25 Ekim 2013 Cuma

BİZE YAZDIM

Hava çok sıcak daha da sıcak olacak.
Klimalı ortamlar en mantıklısı. En azından benim için öyle.
Sıcaklar da dışarı da olmayı sevmiyorum.
Gelelim bu hafta ki tavsiyelerime.
Haftanın kitabı;
Zülfü Livaneli “Kardeşimin Hikayesi”.
Kitaba başlayınca elinizden düşüremeyeceğiniz, bıraktığınız zaman aklınızın kalacağı, anlatımı çok iyi. 2-3 günde okuyabileceğiniz, bitince aklınızın kalacağı bir kitap.
Haftanın filmi;
23 Ağustos’ta vizyona giren “Bu Aşk Fazla Sürmez”.
Başrollerini Rose Byrne ve Simon Baker’in paylaşıyor.
Bir partide tanışıp evlenen bir çiftin, cicim aylarının çabuk bitmesiyle yaşadıkları sorunları anlatıyor. Kahkahalarla güleceğiniz romantik film.
Dip not: Filmde +15 sınırı var.
Haftanın şarkısı;
Sinan Akçıl “Bize Yazdım”.
Sözü ve müziği Sinan Akçıl’le ait.
Şarkı dinlerken beni çok uzaklara götürüyor. Umarım sizde de aynı etkiyi bırakır.
Haftanın mekanı;
Cihangir, Cafe Smyrna.
Cihangir’in kafeleri çok meşhur. Hepsi birbirinden otantik, şirin ve çok sıcak.
Ama ben en çok Cafe Smyrna’yı sevdim. Cihangir’in ortasında olması, çok değişik objelerle renklenmiş dekorasyonu, birbirinden lezzetli yemekleri ve güler yüzlü personeliyle bir başka güzel Smyrna.
Saatlerce sıkılmadan oturup arkadaşlarınızla sohbet edebileceğiniz ve her an içeriye hayranı olduğunuz bir sanatçının girebileceği çok salaş bir mekan.
Yolunuz düşerse ki mutlaka düşsün gidip yemekleri tadın.
Haftanın sözü;

Bütün tesadüfler, sizlerin imtihanlarınız için hazırlanmış ortamlardır. Etrafınızdan hem ders alacak, hem ders vereceksiniz. Bilgi Kitabı

ALİ İSMAİL KORKMAZ

Ali İsmail’in dayak yediği görüntülerini izlerken kanım dondu resmen!
Tek suçu, o sokaktan geçmek.
Sokaktan geçti diye tekmelerle dayak yiyerek öldürüldü.
Utandım!
İnsanlık adına utandım!
O her tekmeyi atana, insan demeye utandım!
Ali İsmail Korkmaz’a sahip çıkmayanlar adına utandım!
O kişilerin vicdanları adına utandım!
Müslümanlık adına utandım!

Utandım, utandım, utandım!

HAFTANIN TAVSİYELERİ

Yepyeni bir hafta başladı.
Yaz mevsiminin son demlerini yaşıyoruz.
Herkes yavaş yavaş tatilden dönmeye, İstanbul eski havasını almaya başladı.       
Bu hafta ne okuyayım, hangi filmi izleyeyim, nereye gideyim diyenlere birkaç tavsiyem olacak.
Haftanın filmi;
 9 Ağustos’ta vizyona giren Elysium: Yeni Cennet.
Baş rollerini Matt Damon ve Judie Foster’ın paylaştığı, bilimkurgu severlerin ilgisini çekecek muhteşem bir film. Konusu, 2154 yılında insanların iki sınıfa ayrılıyor. Bir grup yoksulluk, hastalık, savaş olmayan Elysium denilen uzay istasyonun yaşıyor, diğer grup da dünyada yokluk içinde yaşıyor. İki dünya arasındaki eşitliği sağlamak için Elysium’a gitmeye çalışan Max’in yaşadıklarını anlatıyor.
Haftanın kitabı;
Sarah Jio’nun yazdığı Mart Menekşeleri.
Belki birçoğunuz okuduğu ama okumayanların mutlaka okuması geren bir kitap. En iyi kitap ödülüne layık görülen bu kitabın, hiç bitmesini istemeyeceksiniz.
Aşk, dostluk, gizemin harmanlandığı sıcacık bir konusu var. Okurken kendinizi o adada hissedeceğinizden emin olabilirsiniz.
Haftanın mekanı;
Yeniköy Emek Kafe.
Yaz, kış tercih ettiğim bir mekan. Özellikle kahvaltıları denemeye değer.
Dostlarınızla uzun sohbetler edebileceğiniz, tek başınıza gidip denizi, martıları izleyip kahvenizi yudumlayacağınız hatta dalga sesleri eşliğinde kitabınızı okuyabileceğiniz çok keyifli bir yer.
Haftanın şarkısı;
Mustafa Sandal, Tesir Altında.
Söz, müzik Gülşen, düzenleme Ozan Çolakoğlu. Gülşen’in vokalini de duyabiliyorsunuz şarkıda.
Beni tesiri altına aldı eminim sizi alacak, son ses keyifle dinleyip uzaklara giderken eğlenebileceğiniz bir şarkı.
Haftanın sözü;
Bugün; dünden daha güçlüsün. Bugün; dünden daha iyisin. Bugün; dünden daha farklısın. Uyandığın her güne şükür et ve senin değerini bilmeyen hiç kimseye değer verme. Arda Erel

Mutlu haftalar!

EVRİM NEDİR?

Hiç sordunuz mu kendinize neden dünyaya geldim ?
Burada ne yapıyorum?
Neden acı, sevinç yaşıyorum?
Neden doğuyorum, neden ölüyorum?
Yaşadıklarımın bir anlamı var mı ?
Hepsinin bir cevabı var. Ve köşe yazılarımı takip edenler, zamanla tüm soruların cevabını alacaklar.
Dünya da beden almamızın tek sebebi, evrimlerimizi tamamlamak. Evet, sadece evrim için dünya da bedenleniyoruz.
Yani gezmek, tozmak, eğlenmek, alışveriş yapmak, yiyip, içmek için gelmiyoruz dünyaya.
Evrim, mikro enerji olarak girilen dünyamızdan  “Hakiki İnsan” olarak çıkma sürecidir.
En basit anlatımıyla, zaman boyutuna bağlı değişim demektir.
Bu değişim gözle görülebilen, bedensel bir değişim değildir. Tamamen hücresel değişimdir.
Evrim, madde içindeki enerjinin, madde (hücre) ile birlikte girdiği, sayısız olaylardan ve sayısız deneyimlerden edindiği, bilgi ve bilinç kazanımıdır. 

Evrimi yapan ruh değildir. Ruh, insanın içinde de değildir.
O, evrensel bütünlüğü kapsayan bir güçtür. Her şey var olurken bütünlükle aynı anda var olmuştur.
Ruh, nötr bir potansiyeldir ve evrime ihtiyacı yoktur. O, bizim yaşam gücümüzdür.
Hakiki insan, seviyesine ulaştıktan sonra devam eden frekans ve enerji yükselmesi, bilinç artımı ise TEKAMÜL'dür. Tekamül, sonsuza kadardır.
Her Evrim boyutu, 7 katmandır. 3. Evrim boyutu olan dünya evrimi de 7 katmandır.
Bunlar  katmanlar  şöyledir :
1-     Bilinçsizlik katmanı
2-     Şuurlama katmanı
3-     Bilinç katmanı
4-     İdrak katmanı
5-     Şekil ibadeti katmanı
6-     Gönül ibadeti katmanı
7-     Bilinç ibadeti katmanı
Her evrim boyutunu tamamlayan varlık Hakiki İnsan olmaya bir adım daha yaklaşmış demektir.

Yani, yaşadığımız iyi ve kötü her şey bize bir şey öğretiyor. Özümüzü bulmamıza yardımcı oluyor.  İyilerinizi ve kötülerinizi sevin, sarın onları. 

DİREN ŞORT

Şort özellikle yaz aylarında kurtarıcı kıyafetimiz. Giy üstüne tişört, giy ayağına parmak arası terlik dolaş rahat rahat. Akşam oldu mu giy şık bir bluz, bir topuklu al sana gecenin en şık bayanı.
Meral Tamer, bayram namazında, markette, cenaze evin de, hastane de giyilen şortları eleştirmiş!
Hiç birimiz cenaze evine giderken şort giyecek kadar şuurumuzu kaybetmedik.
Hastaneye, markete, kasaba, manava istediğimiz kıyafetle gideriz, şort giyilemez diye bir yönetmelik yok!
Bayram namazına ne zamandan beri kadınlar da gidiyor, rahatsız etti sizi bu görüntü?
Giyinmenin yaşı olmadığı gibi, şort giymenin de bir yaşı olamaz.
Tatil ve şehir içi diye ayırdığımız bir şort koleksiyonumuz da olamaz.
Fiziğine göre özgür iradesiyle insan istediği şortu istediği yerde giyer. Buna hiç birimizin yorum yapma hakkı yok, olmamalı da.

İster tesettürlü, ister açık, ister çarşaflı herkesin kararına, giyimine saygı duymak zorundayız. 

BAYRAMLAR

Hani eski bayramların tadı diyecek kadar yaşım büyük değil ama çocukluğumdaki bayramları düşündükçe, bayramların tadı yok artık.
Bayram demek artık tatil demek, dinlenmek demek.  Tatile gitmeyip, İstanbul da kalanlar için de büyükleri ziyaret etmek zevk değil, eziyet.
Toplu samimiyetten uzak atılan bayram mesajları, gece saat 12 oldu mu doğum günü kutlar gibi sosyal medyadan kutlanan bayramlar..
Bayramların da amacı şaştı artık. Samimiyetini kaybetti. Bence biz toplum olarak geleneklerimizi kaybettik. Biz geçmişimizi kaybettik.
SEN NE İSEN KARŞINDAKİ DE ODUR!
Birbirimizi kınamak, ayıplamak, ön yargılı yaklaşmak, ayrım yapmak, kin, nefret, sevgi, şefkat, aşk özümüzde olduğu için gösterebildiğimiz duygulardır. Kendimizde olmayan bir duyguyu tarif edemeyiz, hissedemeyiz, bilemeyiz.

Karşımızdaki kişiler için düşündüklerimiz, hissettiklerimiz ve dile getirdiklerimizle aslında kendimizi tarif ediyoruz. Kendisinde olmayan bir duyguyu kişi karşısındakinde göremez. Gördüğümüz herkes aslında bizim aynamız. Bize bizi gösteriyor. Onda ki her huyun aynısı bizde de var. Kınadığımız ya da sevdiğimiz her özelliği bizde de var. Sen ne isen karşındaki de odur. 

DİREN CİNDY

Dün akşam köpeğim Cindy ile Kuleli sahilinde yürüyüş yapalım dedik. Yarım saat bile sürmedi yürüyüş maceramız. Hatta yürümedik, Cindy kucağımda ben yürüdüm sadece!
Niye mi? işte sebepleri:
Sahil boyunca çimenlere masa kurmuş mangal yapan vatandaşlarımız vardı. Cindy’i görünce rahatsız oldular! Sanki sahilde köpek gezdirmek yasak ama mangal yapmak serbestmiş gibi!
Diğer tarafta balık tutan vatandaşlar vardı. Onlar da “ Aman dikkat abla, iğne batar ayağına yol kenarından yürüt” diyerek engel oldular.
Yol kenarından yürüyelim dedik bu sefer de yürümeyen duran ablalar, ağabeyler, amcalar, teyzeler sağ olsun yolu kapamış, gemileri seyrediyorlardı. Yine yürüyemedik ve geçmek için izin istedik diye yüzümüze dövecek gibi baktılar sanki küfür ettik!
Sonra sahil bitti, kaldırımdan yürüyelim dedik. Bu sefer de kaldırıma park etmiş araçlar yüzünden yoldan yürümek zorunda kaldık.
Zavallı ben ve Cindy, yürüyüş keyfimiz kursağımızda kalmış şekilde biraz sitenin bahçesinde gezip eve geldik.
Fenerbahçe Parkı kapatılmasaydı ne olurdu? Köpekler mutlu, insanlar mutlu ne keyifli bir ortamdı.

İstanbul’un en büyük eksiği evcil hayvanlar için yapılmış bir parkın olmaması. Yetkililer sesimi duysa şöyle güzel bir evcil hayvan parkı yapsa ne güzel olur demi dostlar..

YETİNMEYİ BİLİR MİSİN?

Hayatımız da hep bir şeylerden şikayetçiyiz. Annemizden, babamızdan, işimizden, evimizden, sevgilimizden, çocuğumuzdan..
Hep suçlu karşı taraf, biz sütten çıkmış ak kaşığız.
Elimizdekinin kıymetini asla bilmeden hep daha fazlasını isteriz.
Yaz olur kış olsun deriz, kış olur yaz olsun.
Sahip olmadığımız her şey cazip, sahip olduklarımız da vasattır hep.
Bunun için hep mutsuzdur ve elimizdekiyle yetinmediğimiz sürece de hep mutsuz olmaya devam edeceğiz.
ANI YAKALA!
Ömrümüzden çaldığımız her saniye, hayatı yakalamak için büyük bir adım. Öyle ki, yapılacak işler bu kadar çok, tanınacak insanlar, söylenecek sözler, aşılması gereken engeller var iken; her anı dolu dolu yaşamak için çabalamak en doğrusu.
Ne zaman bir insanın yüzündeki gülümsemenin nedeni oldunuz?
En son ne zaman birinin yarasını sardınız?
Ne zaman el ele verip, bir sorunu düzeltmek için çabaladınız?
Ne zaman annenize, babanıza, arkadaşınıza ya da sevgilinize “ Seni Seviyorum” dediniz?
Ne zaman kendi adınıza mutlu olacağınız bir şey yaptınız?

Umuyorum ki cevaplar, hatırlanamayacak kadar uzak değildir.
Zamanı geri çeviremeyeceğimize göre hayatı kaçırmayalım ve her anımızın kıymetini bilelim…

ÖZGÜVEN SAHİBİ MİSİN?
Özgüven, bir kişinin başarılı ve mutlu bir hayat yaşaması için sahip olması gereken en önemli özelliktir. Ama maalesef toplumumuz da özgüven sahibi olan kişi sayısı oldukça azdır.
Peki, özgüven sahibi kişiler nasıl olur biliyor musunuz?
Kendisiyle ve çevresiyle barışıktır.
Olumlu ve olumsuz tüm yönlerini farkındadır..
Düzeltmesi gereken yönlerini düzeltir.
Eleştiriye açıktır.
Her zaman pozitif düşünür.
Duygularını çok iyi kontrol eder.
İnsanlarla iletişimi çok kuvvetlidir.
Şimdi biraz düşünün, siz özgüven sahibi misiniz?

Etrafınızdaki kaç kişi özgüven sahibi?

PAZARTESİ SENDROMU

Çalışan, çalışmayan herkes pazartesi gününü sevmez.
Pazartesi, çalışanlar için hafta sonu miskinliğinden çıkıp telefonun alarmının sabahın köründe çalmasıyla yorucu bir tempodur.
Çalışmayıp evde olanlar için ise, hafta sonu herkesin evde olmasından dolayı dağılmış, pislenmiş evi temizlemek demektir.
Hepimiz için sevimsiz olan bu pazartesi gününü nasıl keyifli geçirebilir, birkaç önerim olacak.
·         Size enerji veren, sevdiğiniz şarkıyı açın.
·         Camı açın ve temiz havayı içinize çekin, şükredin.
·         Filtre kahve, neskafe ya da türk kahvesi hangisini seviyorsanız için.
·         10 dakika meditasyon yapın.
·         Ilık bir duş alın.
·         En sevdiğiniz yiyeceklerden kendinize bir kahvaltı hazırlayın.
Ruhumuzu arındırıp, bedenimizi hatta midenizi mutlu ettikten sonra hiçbir sendrom kalmayacağına emin olabilirsiniz.
Sadece pazartesi değil, her güne bu şekilde başlayabilirseniz her gününüz mutlu geçecektir.

İSTEMEK!
İstemek gerçekten başarmasın yarısı mı?
İstediğiniz her şey oldu mu?
Olmasa bile olacak gibi oldu mu?
Yaşadığımız her şey kader mi?
Yaşadıklarımız kader ise, istediğimiz şeyler hiçbir zaman olmayacak mı?
Yoksa kaderimizi mi istiyoruz?
Kaderimizde yaşayacaklarımızı istiyorsak bilinçaltımız her şeyi biliyor mu?
Bilinçaltımız her şeyi biliyorsa, niye hatırlamıyoruz?
Aklıma gelen başıma geliyor dediklerimiz bilinçaltımızın kodlaması mı?

Böyle kafam da deli sorularla uyandım bugün.

DİREN HAMİLE

Bir tasavvuf düşünürü amcamızın televizyondaki sözleri şok etti hepimizi. Ben izlerken kamera şakası falan zan etim önce ama maalesef ciddiydi sözlerinde.
Aynen şöyle diyordu. “ Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla (büyük karın demek istiyor) gezilmez, her şeyden önce estetik değildir. 6-7 aydan sonra, hava almak için beyinin otomobiline biner şöyle bir dolaşır anne adayı. Hamileleri gören gençler doğum yapmaktan korkuyor.”
Şimdi birkaç sorum olacak sana sevgili tasavvuf düşünürü amcacığım.
·         Annelik dinimizde ve toplumumuzda kutsal sayılmıyor mu?
·         Hamile olan kadınlarımız göz zevkini bozuyor ya senin dışarı çıkmasınlar istiyorsun peki estetik görünen kadınları görünce ne hissediyorsun?
·         Hamile olan her kadının eşinin arabası mı var bu ülkede? O kadar zenginleştik de ben mi bilmiyorum?
·         Hamile bayanlarımız sokağa çıkınca ayıp oluyor da senin bunları televizyona çıkıp söylemen ayıp olmuyor mu?
·         Hamileler öcü mü?
·          Niye görünce doğum yapmaktan korkalım?
·         Hamile bayanlar göz zevkini bozuyor da şişman erkekler bozmuyor mu?
·         Ülkemiz de şişman kadın sayısı fazla.  O zaman şişman kadınlar hiç dışarı çıkmasın mı?
·         İnsanları dış görünümüne göre yargılamak günah değil mi?
·         Hamilelik utanılacak bir şey mi ki davulla zurnayla ilan etmeyelim?
Oysa ki, Kadının en güzel halidir hamilelik. Yaradanın en büyük mucizesi.
Herkes 3 çocuk yapsınla başladı bütün hikaye, sonra kürtaj yasağı geldi gündeme. San ki, 3 çocuğa bakacak gücü varmış gibi herkesin.
Allah farkındalığınızı arttırsın demekten başka bir şey bulamıyorum!

İNSTAGRAM’DAKİ AYAKLAR
İnstagram’da yaz modası herkes ayaklarının resmini koyuyor.
Her gün çeşit çeşit ayak fotoğrafına bakıyoruz mecburen.
Ayağı güzel olan da koyuyor, güzel olmayan da, bakımlısı da, bakımsızı da.
Artık midem bulandı. Güne ayak fotoğrafı ile başlayıp bitirmekten.
Anlayamadığım beğenen yorum yapanlara da var.
Ayaklarınız çok güzel ya da ayaklarınız çok çirkin yazıyorlar şaka gibi.
Aralarında çok güzel, bakımlı ayakları olanlar var ama o bakımsız çirkin ayaklarını koyanlardaki özgüvene hayranım. Yüzde biri yoktur bende.
Ayak fotoğrafı koymak yasaklansın istiyorum hem de en acilinden.

İhmal edilmemesi gereken bir toplumsal mesele ayak fotoğrafı!